19 Kasım 2009 Perşembe

dünyayı kurtarmak için pedala basma zamanı..




Dünyanın en gezgin kitlesini oluşturan bisiklet kullananlar, 6 Aralık'ta "sıradan insanların tehlikeli boyuttaki iklim değişikliğine karşı harekete geçme güçlerini ve isteklerini göstermek" amacıyla dünyanın her yerinde otoyolları ve sokakları dolduracaklar.

Bu etkinlik aynı zamanda 2008 yılının Ağustos ayında yola çıkan ve Brisbone Avustralya’dan Kopenhag Danimarka’ya 1.5 yıldır bisikletiyle giden Kim Nguyen tarafından oluşturulan “Ride Planet Earth Project”in (Dünya Gezegeni Gezi Projesi) de finalini oluşturacak... 

bir diğer önemli amaç da; Birleşmiş Milletler'in Kopenhag'da düzenlediği, İklim Değişikliği Konferansı'na (COP15 Copenhagen) katılacak hükümetleri, gezegenimizin iklim güvenliği için ne yapılması gerekiyorsa ve bunların yapılmasını ikna etmek... 

Kısacası eylem, gelişmiş ülkelerin, uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmeleri de dahil, tarihsel ve güncel sera gazı salınımlarının sorumluğunu almaları, acilen sera gazı salımlarını düşürmeleri ve kendi yerel salımlarını 2020 yılına kadar en az %40 azaltmayı hedeflemelerini içeriyor.

sloganımız da; "Dünya için biz sıradan insanların da harekete geçmeye ihtiyacımız var. Konuşmak için vakit yok. Eyleme sen de katıl. Bisiklet değişimini başlat, iklim değişimini durdur... /Join The Ride! Start Cycle Change: Stop Climate Change!"

Organizasyon: The Ride Planet Earth Challenge

Tarih: 6 Aralık 2009, Pazar
Saat: 14:00 - 16:30

Yer: Sultanahmet Meydanı, İstanbul (Bitiş: Ortaköy)


18 Kasım 2009 Çarşamba

türk resmini bir de bu koleksiyondan görün...

Türk Sanatının birçok dönemini, İstanbul merkezli olmak üzere birçok sergi ve koleksiyon sayesinde izleme şansına sahip olmuştuk. Genel olarak Türkiye'nin kalburüstü ailelerinin çok değer vererek oluşturdukları bu önemli koleksiyonlardan en çok merak edilen ve en görülmemiş bir yenisi daha sanat bakışımıza ışık tutmaya hazırlanıyor...

Haliç'in en güzel noktasında yer alan Rezan Has Müzesi kurulduğundan bu yana çok önemli sergilere ve etkinliklere ev sahipliği yapan genç bir kültür-sanat merkezi. ancak bir süredir koruduğu bu kendi halindeliğini, Ahu-Can Has Koleksiyonu sergisiyle bozuyor. "Türk Resim Sanatının Bir Asırlık Öyküsü II" adından da anlaşılacağı gibi resim sanatının uzun öyküsünü gözler önüne seriyor. ancak bu öyküyü anlatırken resim sanatımızın daha önce hiç günyüzüne çıkmamış nadir eserlerini de sanat camiasının seyrine sunuyor.

Fausto Zonaro, Ovide Curtovitch, Halil Paşa, Abdülmecid Efendi, Şeker Ahmet Paşa... birçok eserini gördüğümüz isimler...

Ancak bu sergi daha fazlasını vaadediyor; Mahmut Cûda'nın 'Kırmızılı Kadın'ı, Delavalle'nin 'Galata Köprüsü', İbrahim Çallı'nın 'Adada Gezinti' ya da 'Sahilde Uzanan Kadınlar'ının yanı sıra çağdaş ressamlarımız Fahrelnissa Zeid, Nejad Devrim ve Burhan Doğançay'dan Kemal Önsoy'a, Eren Eyüboğlu'ndan İhsan Cemal Karaburçak ve hatta Muhittin Sebati'ye kadar birçok ismi bir arada sunan eşsiz bir seyir sunuyor.   

Ahu ve Can Has'ın uzun yıllara dayanan, sabır ve özenle gerçekleştirilmiş bir bilgi ve birikimi sunan koleksiyonlarının kataloğu da serginin görkemini karşılayan özelliklere sahip. 470 küsur sayfalık kitapta, Kıymet Giray'ın sunuş makalesinin yanı sıra sanatçılara özel yazılar hazırlayan isimler arasında Aykut Gürçağlar, Ömer Faruk Şerifoğlu, Esra Aliçavuşoğlu ve Enis Batur yer alıyor. 

hsbc bankasının sponsorluğunda gerçekleştirilen ve 20 Nisan 2010'a kadar açık kalacak olan sergiyi görmeden "Türk resim sanatını biliyorum" demeyin... 15 kapılı Haliç'e gitmişken eski istanbul tarihini ve manzarayı içinize sindirmeden dönmeyin....  Adres; Cibali - Kadir Has Üniversitesi'nin hemen yanıbaşı... 


29 Eylül 2009 Salı

yakın bütün ışıkları...

artık reklamcılıkta bile eskimeye başlayan bir trend "gerilla marketing". ancak gerek sanat, gerekse sosyal veya ticari birçok alanda hala etkili örneklerine rastlamak mümkün oluyor.

bunlardan bir yenisi -her zamanki gibi Türkiye'de ilk- 10 Ekim'de yine yeniliklerin ve tuhaflıkların mekanı olan Galata'da gerçekleştirilecek. adı da "guerilla lighting".. Daha önce Avrupa'nın birçok şehrinde gerçekleştirilen etkinlik, tamamen İngiliz bir aydınlatma tasarımcısının başının altından çıkıyor. Chantelle Stewart... ismi bir fransızı çağrıştıran bu sayın tasarımcı, çalışmakta olduğu önemli bir aydınlatma tasarımı ofisi bünyesindeki çalışma arkadaşlarıyla "design week" olsun efenime söyliyeyim "lighting festival" olsun bilumum sanat ve tasarım etkinliğine "guerilla lighting" projeleriyle katılmışlar. ünleri almış yürümüş ve sadece kendileri tarafından gerçekleştirilen bu etkinliği dünyanın birçok şehrinde gerçekleştirir olmuşlar... (bkz. örnek Finlandiya'dan görseller... önce/sonra...)




Proje, Galata'yı görünür kılmak amacıyla düzenlenen Görünürlük Projesi 2009 kapsamında İstanbul'da da gerçekleştirilecek. yaklaşık 60 gönüllü gerillanın katılımıyla saat 20.00-24.00 saatleri arasında Şişhane'deki Teutonia Binası ışıklandırılacak.
Galata'nın göbeğinde ve muhtelif köşelerinde de birçok ışık etkinliği düzenlenecek... haydi hayırlı seyirler bakalım...

(( Galata Perform tarafından düzenlenen Görünürlük Projesi bu yıl, semtin ana "ışık" simgesi olan Galata Mevlevihane'sinin yanı sıra sayısı neredeyse yüzbini bulan aydınlatma satıcısı ve üreticisinin meskeni olmasından dolayı "ışık" temasını ele alıyor. ))


22 Mayıs 2009 Cuma

nisantasinin kizilderilileri...


is geregi neredeyse her yerini ezberledigim bir semt oldu nisantasi. eskiden sadece okulum burada oldugu icin o da arada sirada ugradigim bir yerdi. ancak tabi yasam insani bir donguye sokunca onun icinden "aman ben ugrasamam senle" diyip levellar› skip yapip gecemiyoruz.. yillar sonra dondugumde bu durumu pek yadirgamistim. ama artik alistim tabi..

hatta artik istanbul'un en merkezi noktalarindan biri olarak cekim merkezi oldugunu kabul etmek durumundayim. alisverisin acik havada yapilabilecegi en iyi semtlerden biri oldugunu bile iddia edebilirim hatta....

bugun karsilastigimiz ozellik ise taksime tas cikartacak bir etkinlige sahne olmasiydi. istiklal caddesinde gormeye alistigimiz ama her 5 dakika sonra polis tarafindan ikaz edilen ya da otelenen muzisyenlerin durumu hep sinir eder beni. ama nisantasinda o konuda da yasanan acilimlar -ya da sokak gosterisi gibi gorunen ama aslinda bir organizasyonun parcasi olan- ilgi cekiyor. 2 gundur bir kizilderili grubu, gayet etnik kiyafetleri icinde muziklerini icra ediyorlar. ustelik city's nisantasinin onunde ve gayet rahatlar. amfilerini de kurmus, danslariyla ve muzikleriyle -istiklal ile karsilastirilinca- gayet dar bir kaldirimda insanin gununu senlendiriyorlar. isten kacip kacip dans mi etsek biz de diye dusunmedik degil. hatta ofise kizilderili nidalariyla girmek bile gecti icimizden. neden mi yapmadik. asansore biner binmez muzigi duyamaz olduk da ondan...


nisantasinin eglenceli yanlari tek tuk olsa da bazen insani sevindiriyor beklenmedik etkinliklerle.. ozellikle de bedava ise ve boylesine ozellikli ise...

20 Nisan 2009 Pazartesi

organik ya da ekolojik önemli olan sağlık...

dünya çapında günlük hayatın bir parçası haline gelmiş olan ekolojik yaşam Türkiye'de de -biraz ite kaka da olsa- bir noktaya gelmeye başlıyor...

ilk girişim; 2006 yılında buğday derneği tarafından kurulan Feriköy Ekolojik Pazarı oldu. Halen, her cumartesi kurulan bu pazar, daha çok "ekolojik yaşam kültürü"nün yaygınlaştırılmaya çalışıldığı, üretici ile tüketicinin doğrudan iletişim kurabildiği bir platform özelliği taşıyor. öyle ki artık İstanbul'un yanı sıra Antalya'da ve pazar günleri de Ankara'da ekolojik pazarlar düzenleniyor. bildiğimiz semt pazarından farklı dedik ama aslında yine de pazar işte, sabah saat 6:00-7:00 civarında tam anlamıyla insanlarla dolup taşıyor.:)

ekolojik pazarlar Türkiye'deki ekolojik ürün pazarını geliştirip bir sektör haline getirse de önemli bir noktada gene hataya düşülüyor. her zamanki gibi gerek pazarda gerekse ekolojik ürün satan dükkanlarda, öncelikli amacı "kısa yoldan para kazanmak" olan kişilere çok sık rastlanabiliyor. buğday derneği'nin kontrolüyle bu tür girişimlerin pazarda yer edinmemeleri için ciddi bir çaba sarfediliyor. ancak en büyük sorun olan "organik ürünlerin daha pahalı olduğu" önyargısı, insanların kör noktası olmayı sürdürüyor. evet organik ürünler biraz daha fiyatlı. ama özellikle taze sebze ve meyvelerde bu durum biraz daha eşitlenmeye başlanmış durumda... burada önemli soru kendimiz için neyin daha önemli olduğu.. haklı olarak daha pahalı bir ürün satın almak hele ki bizimki gibi 2 yılda bir krize giren bir ülkede ciddi bir lüks... ama diğer yandan özellikle de taze ürünlerdeki -yemeklik sebzelerden salata malzemelerine kadar- tatsızlık da sinir bozucu olmaya başlıyor. ne yediğimizden birşey anlıyoruz ne de pişirilen yemeğin bir keyfi oluyor.

bu konuda yeni ciddi girişimler de yok değil. özellikle de organik ürün tüketiminin yaygınlaşması ve ürünlere daha kolay ulaşılmasını sağlamak amacıyla birçok girişimci konuyla ilgili çalışmalarına hız vermiş durumda. en önemlisi evlere organik ürün kutusu dağıtımı... gerek istanbul gerekse istanbul dışına gönderilebilen organik ürün kutuları direkt adrese teslim ediliyor. içeriği öncelikli olarak organik sertifikalı taze sebze-meyvelerden oluşan kutulara ayrıca yine organik sertifikalı yumurta, zeytinyağı, baklagiller, baharatlar, bitki çayları gibi birçok ürün daha eklenebiliyor. bu hafta ilk defa olarak bizzat denedim bu hizmeti... pek fazla yeşillik sevmem aslında ama kıvırcık ve roka dahil birçok yeşillik ve meyve olan kutumdaki ürünlerin sadece kokuları bile keyifli yemek hevesimi uyandırmaya yetti.. evimizin meraklı enerji patlağı kedisi üzümün de kutuya bayıldığını itiraf etmeliyim...

bu girişimi gerçekleştiren atlas ekolojik, çarşamba ve cumartesi günleri kutu dağıtımı yapıyor. üstelik istanbul dışına da kutu gönderimi yapıyorlar... böylece evinin dibinde bile olsa haftanın bir günü pazara gitmeye zorlananlar için kapılarına kadar her çeşit organik sertifikalı taze sebze meyve ve bilumum ürünü satın alabilme imkanı sunuyorlar...

dünyada bu işle ilgili birçok site bulunuyor. birçok akıl fikir alınacak yer var. en iyi ve kapsamlılarından biri treehugger.com neredeyse her gün onlarca yeni bilgi girişi oluyor ve birçok yere de link veriliyor. bu hızlı bilgi akışı içinde tabi Türkiye'deki gelişmeler de sık sık yer alıyor. bir başka site de bu konuda en hassas tüketici grubunu oluşturan annelerden. Türkiye'de ise bu konuda şimdilik birbirinden oldukça uzak noktalardaki birçok insan konuyla ilgilense de ekolojik yaşam felsefesini yaygınlaştırmak ya da ilgilenenleri bir araya getirecek etkin bir girişime çok nadir rastlanıyor.

geçtiğimiz yıl yine bir girişim yapıldı. her ayın son çarşambası karaköyüm adlı bir restaurantta organik ziyafetler düzenlenmeye başlandı. istanbul manzarası eşliğinde düzenlenen ve yemeklerin tamamı organik sertifikalı ürünlerle hazırlanan ziyafette, organik tarım yapan üreticilerin yanı sıra konuyla ilgilenen birçok insanın da katılmasıyla daha lezzetli bir sohbet ortamı oluşturuluyor. amaç; türkiye'deki organik tarım ve organik ürün tüketimi konusunda bilinci artırmak... yemekte sunulan masadaki tuzdan içeceklerine kadar herşeyin sağlıklı olmasının yanı sıra ürünü bizzat yetiştiren insanların da orda olması muhabbetlerin içeriğinin de lezzetli olmasını sağlıyor diyebiliriz. her ayın son çarşambası ajandam müsait oldukça kendime organik ziyafet hem de organik muhabbet çekeceğim sanıyorum ki...

sonuçta hepsi doğaya ve yaşama saygının bir göstergesi...
:))

27 Şubat 2009 Cuma

“Fotoğrafın gücüyle yapabileceğinin en iyisini yapmak”


James Natchwey. dünyaca ünlü bir savaş fotoğrafçısı... meslek erbabım olarak her zaman yakinen takip ettiğim portrelerden biri olmuştur. gerek yaşadıklarını anlatma biçimi gerekse bunları daha çok insana ulaştırma konusundaki çalışmalarıyla farklı bir tavır sergiler kendisi...

Kendisinin -fotoğraf çekmenin yanı sıra- etkileyici işlerinden birisi türkiye'de de gösterilen belgeseli olmuştu. Genel olarak Natchway'ı takip eden bir kamera eşliğinde anlatılan belgeselin en dikkat çekici yanı; Natchway'in çatışma ortamında çalışması sırasında bizzat fotoğrafçının kafasına, göz hizasına yerleştirilmiş bir kameradan çekimin yapılmış olmasıydı. işte o görüntüler, sıradan bir insanın birdenbire kendini dünyada olup bitenler hakkında birinci dereceden tanık olarak bulmasını sağlıyordu.

Bu belgeselin yanı sıra Natchway birçok sosyal yardım kuruluşu ile ortak projeler yürütüyor. dünyanın çatışmalarla savaşlarla durmaksızın altı üstüne getirilen bölgelerinde eğitim, sağlık ve yiyecek tedariği konularında sivil toplum örgütlerinin çalışmalarını destekliyor.

James Natchwey birçok sosyal platformda projeleri ve yapılması gerekenler konusunda sosyal destekçilerin dikkatini çekmeye devam ediyor. ve yaptığı sunumlarda "çok da iyi bir konuşmacı değilimdir ama ben bunlara tanık oldum ve bu fotoğraflar benim tanıklığım. kaydettiğim bu görüntüler asla unutulmamalı ve bir daha yaşanmamalıdır" diyerek en duyarsız insanları bile titretmeye yetiyor. Tıpkı efsane fotoğrafçı Robert Capa'nın "keşke bunların hiçbiri yaşanmasa ve ben de işsiz kalsam" sözü gibi...


Massachusetts’de büyüyen James Nachtwey, Sanat Tarihi ve Siyasi Bilimler okudu. (1966-70). Vietnam Savaşı ve Amerikan Sivil Hakları hareketlerinden oldukça etkilenerek fotoğrafçı olmaya karar verdi. 1976’da New Mexico’da gazete için fotoğrafçılık yapmaya başladı. 1980’de serbest fotoğrafçı olarak kariyerine devam etmek üzere New York’a taşındı. ilk görevi; 1981 yılında Kuzey irlanda’da IRA’nın açlık grevi sırasında yürütülen sivil mücadeleyi izlemek oldu. Böylece Natchwey kendisini savaşları, kritik sosyal durumlar ve uluslararası konuları belgelemeye adadı. El Salvador, Nikaragua, Guatemala, Lübnan, Batı Gazze, İsrail, Endonezya, Tayland, Hindistan, Sri Lanka, Afganistan, Filipinler, Güney Kore, Somali, Sudan, Ruanda, Güney Afrika, Rusya, Bosna, Çeçenya, Kosova, Romanya, Brezilya ve Amerika’da kapsamlı çalışmalar yaptı.


1984 yılından Time fotoğrafçısı olarak çalışmaya başladı. 1986-2001 yılları arasında da Magnum üyesi oldu, 2001 yılında ise VII adlı fotoğraf ajansının kurucularından oldu. New York Uluslararası Fotoğraf Merkezi, Paris’teki Bibliothèque nationale de France, Roma Palazzo Esposizione, San Diego Fotoğraf Sanatları Müzesi, Lizbon’da Culturgest, Madrid’de El Circulo de Bellas Artes, Los Angeles’da Fahey/Klein Gallery, Boston Massachusetts College of Art, Amsterdam Canon Gallery ve Nieuwe Kerk, Prag’daki Carolinum ve İsveç’teki Hasselblad Merkezi’nde ve daha birçok yerde kişisel sergiler açtı. Yaptığı çalışmalarla birçok fotoğraf ödülünün yanı sıra sivil toplum örgütleri tarafından birçok ödülle onurlandırıldı: Common Health ödülü, Martin Luther King ödülü, Dr. Jean Mayer Global Citizenship Ödülü, Henry Luce Ödülü, Robert Capa gold medal (5 defa), World Press Photo Ödülü (2 defa), Yılın Fotoğrafçısı Ödülü (7 defa), Uluslararası Fotoğrafçılık Merkezi (ICP) sonsuzluk ödülü (3 defa), Leica Ödülü (2 defa), Savaş Muhabirleri Bayeaux Ödülü (2 defa) Alfred Eisenstaedt ödülü, Canon Photo’nun denemecilik ödülü ve W. Eugene Smith Memorial Grant İnsani Fotoğrafçılık ödülü bunlardan bazıları...

22 Şubat 2009 Pazar

oscar nerde kaldın...

yeni haftaların sıkıntısı herkesi sarmışken sabaha kadar oscar heykelciklerinin kime gideceğini beklemek de pek çekici gelmiyor. alan alsın gitsin.. ne olacak ki. zaten kazananlar, o kadar almak için ağladıkları 24 ayar altın heykelcikleri satamıyorlarmış bile. zor zamanlar için yatırım olması gerekirken aslında hiçbir yatırım vizyonu olmayan bir altın heykelcikle eve dönmek sinir bozucu olmalı. üstelik, o kadar da kırmızı halıda dolanıp dönenip boy boy pozlar vermek için bissürü giyim kuşam masrafı edilmişken... o kadar da sahnede ağlama nöbetleri geçirip uzuuun uzuuun teşekkür etmişken. her sinema ödülünde oluyor mu bu seremoni yoksa aslında gene taklaya mı geliyoruz.. herkes aslında spotların parlaklığından ödüllerin bu kadar şişirilmesinden dolayı mı bu kadar zahmete giriyor. yapımcıların en büyük hayali olduğunu biliyoruz bu durumun tai. ama yoksa her oyuncu, yönetmen senaryo yazarı veya görüntü yönetmeninin içinde aslında bir pembe rüya mı, zaten esas adı Merit ödülleri iken nasıl ve kim tarafından oscar dendiği bilinemeyen ödül... 

kedi gibi olmak lazım hep kıvrılıp uyunucak kucağı seçmek ve ötesiyle hiç uğraşmamak, yorulmamak.. mümkün mü insani bünyede böylesi. asla. hep peşinden koş, bişeylerin arkasına takıl ve kendine bir his bul. iyi, kötü, eğlenceli ya da dramatik olsun.. ama hep hisli olsun. 

bayılıyoruz... hazır mı mendiller efenim...
and the oscar goeess too..!


27 Ocak 2009 Salı

Kurosawa'nın marifetleri


yakın zamanda öğrendik ki efsanevi Japon yönetmen Akira Kurosawa'nın Türkiye'de bir sergisi açılıyormuş...

İstanbul'da Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi'nde açılacak sergide öncelikle bir yönetmenin storyboardlarının sergileneceği bile heyecanımızı depreştirirken bir de gördük ki Kurosawa ustanın yaptıkları başlıbaşına birer tablo!!!... resmen filmlerini tuvallere boyamış kendisi .. ama ne boyamak.. renklerdeki etkileyicilik, sahnelerdeki canlılık akılları alacak cinsten..

Hayranı olduğumuz Ran, Kagemusha, Madadayo, Düşler (yuma) ve Denizin Gözleri (umi wa miteita) filmlerinin etkisinden ömür boyu kurtulamayacağımız Kurosawa'nın bizzat yaptığı eserlerini yakından görmenin ve çalışmanın heyecanıyla diyebilirim ki sergi 11 Şubat'ta ey ahali...

Merhabalars

Bugünlerde hayat oldukça karışık hepimiz için... gerek ülke gerek dünya gerekse özel hayatlarda sıkışık durumlar içindeyiz..
ama birazcık kendi heyecanımızı yaratmak, iletişimi kuvvetlendirmek, en önemlisi yeni mecralara açılmak gerek diye düşünüyorum...

bakalım neler olacak.. hoşbulduk...