27 Şubat 2009 Cuma

“Fotoğrafın gücüyle yapabileceğinin en iyisini yapmak”


James Natchwey. dünyaca ünlü bir savaş fotoğrafçısı... meslek erbabım olarak her zaman yakinen takip ettiğim portrelerden biri olmuştur. gerek yaşadıklarını anlatma biçimi gerekse bunları daha çok insana ulaştırma konusundaki çalışmalarıyla farklı bir tavır sergiler kendisi...

Kendisinin -fotoğraf çekmenin yanı sıra- etkileyici işlerinden birisi türkiye'de de gösterilen belgeseli olmuştu. Genel olarak Natchway'ı takip eden bir kamera eşliğinde anlatılan belgeselin en dikkat çekici yanı; Natchway'in çatışma ortamında çalışması sırasında bizzat fotoğrafçının kafasına, göz hizasına yerleştirilmiş bir kameradan çekimin yapılmış olmasıydı. işte o görüntüler, sıradan bir insanın birdenbire kendini dünyada olup bitenler hakkında birinci dereceden tanık olarak bulmasını sağlıyordu.

Bu belgeselin yanı sıra Natchway birçok sosyal yardım kuruluşu ile ortak projeler yürütüyor. dünyanın çatışmalarla savaşlarla durmaksızın altı üstüne getirilen bölgelerinde eğitim, sağlık ve yiyecek tedariği konularında sivil toplum örgütlerinin çalışmalarını destekliyor.

James Natchwey birçok sosyal platformda projeleri ve yapılması gerekenler konusunda sosyal destekçilerin dikkatini çekmeye devam ediyor. ve yaptığı sunumlarda "çok da iyi bir konuşmacı değilimdir ama ben bunlara tanık oldum ve bu fotoğraflar benim tanıklığım. kaydettiğim bu görüntüler asla unutulmamalı ve bir daha yaşanmamalıdır" diyerek en duyarsız insanları bile titretmeye yetiyor. Tıpkı efsane fotoğrafçı Robert Capa'nın "keşke bunların hiçbiri yaşanmasa ve ben de işsiz kalsam" sözü gibi...


Massachusetts’de büyüyen James Nachtwey, Sanat Tarihi ve Siyasi Bilimler okudu. (1966-70). Vietnam Savaşı ve Amerikan Sivil Hakları hareketlerinden oldukça etkilenerek fotoğrafçı olmaya karar verdi. 1976’da New Mexico’da gazete için fotoğrafçılık yapmaya başladı. 1980’de serbest fotoğrafçı olarak kariyerine devam etmek üzere New York’a taşındı. ilk görevi; 1981 yılında Kuzey irlanda’da IRA’nın açlık grevi sırasında yürütülen sivil mücadeleyi izlemek oldu. Böylece Natchwey kendisini savaşları, kritik sosyal durumlar ve uluslararası konuları belgelemeye adadı. El Salvador, Nikaragua, Guatemala, Lübnan, Batı Gazze, İsrail, Endonezya, Tayland, Hindistan, Sri Lanka, Afganistan, Filipinler, Güney Kore, Somali, Sudan, Ruanda, Güney Afrika, Rusya, Bosna, Çeçenya, Kosova, Romanya, Brezilya ve Amerika’da kapsamlı çalışmalar yaptı.


1984 yılından Time fotoğrafçısı olarak çalışmaya başladı. 1986-2001 yılları arasında da Magnum üyesi oldu, 2001 yılında ise VII adlı fotoğraf ajansının kurucularından oldu. New York Uluslararası Fotoğraf Merkezi, Paris’teki Bibliothèque nationale de France, Roma Palazzo Esposizione, San Diego Fotoğraf Sanatları Müzesi, Lizbon’da Culturgest, Madrid’de El Circulo de Bellas Artes, Los Angeles’da Fahey/Klein Gallery, Boston Massachusetts College of Art, Amsterdam Canon Gallery ve Nieuwe Kerk, Prag’daki Carolinum ve İsveç’teki Hasselblad Merkezi’nde ve daha birçok yerde kişisel sergiler açtı. Yaptığı çalışmalarla birçok fotoğraf ödülünün yanı sıra sivil toplum örgütleri tarafından birçok ödülle onurlandırıldı: Common Health ödülü, Martin Luther King ödülü, Dr. Jean Mayer Global Citizenship Ödülü, Henry Luce Ödülü, Robert Capa gold medal (5 defa), World Press Photo Ödülü (2 defa), Yılın Fotoğrafçısı Ödülü (7 defa), Uluslararası Fotoğrafçılık Merkezi (ICP) sonsuzluk ödülü (3 defa), Leica Ödülü (2 defa), Savaş Muhabirleri Bayeaux Ödülü (2 defa) Alfred Eisenstaedt ödülü, Canon Photo’nun denemecilik ödülü ve W. Eugene Smith Memorial Grant İnsani Fotoğrafçılık ödülü bunlardan bazıları...

22 Şubat 2009 Pazar

oscar nerde kaldın...

yeni haftaların sıkıntısı herkesi sarmışken sabaha kadar oscar heykelciklerinin kime gideceğini beklemek de pek çekici gelmiyor. alan alsın gitsin.. ne olacak ki. zaten kazananlar, o kadar almak için ağladıkları 24 ayar altın heykelcikleri satamıyorlarmış bile. zor zamanlar için yatırım olması gerekirken aslında hiçbir yatırım vizyonu olmayan bir altın heykelcikle eve dönmek sinir bozucu olmalı. üstelik, o kadar da kırmızı halıda dolanıp dönenip boy boy pozlar vermek için bissürü giyim kuşam masrafı edilmişken... o kadar da sahnede ağlama nöbetleri geçirip uzuuun uzuuun teşekkür etmişken. her sinema ödülünde oluyor mu bu seremoni yoksa aslında gene taklaya mı geliyoruz.. herkes aslında spotların parlaklığından ödüllerin bu kadar şişirilmesinden dolayı mı bu kadar zahmete giriyor. yapımcıların en büyük hayali olduğunu biliyoruz bu durumun tai. ama yoksa her oyuncu, yönetmen senaryo yazarı veya görüntü yönetmeninin içinde aslında bir pembe rüya mı, zaten esas adı Merit ödülleri iken nasıl ve kim tarafından oscar dendiği bilinemeyen ödül... 

kedi gibi olmak lazım hep kıvrılıp uyunucak kucağı seçmek ve ötesiyle hiç uğraşmamak, yorulmamak.. mümkün mü insani bünyede böylesi. asla. hep peşinden koş, bişeylerin arkasına takıl ve kendine bir his bul. iyi, kötü, eğlenceli ya da dramatik olsun.. ama hep hisli olsun. 

bayılıyoruz... hazır mı mendiller efenim...
and the oscar goeess too..!